Osmanlı İmparatorlu'ğunun otuz dördüncü padişahı olan Abdülhamid, Sultan Abdülmecid’in (1839-1861), sekizinci çocuğu ve ikinci oğlu olarak doğar. Annesi Çerkez kızı Tir-i Müjgan Kadın Efendi olup Abdülhamid 10 yaşındayken veremden ölür. 1861’de ise babası Abdülmecid genç yaşta, henüz 38 yaşında vefat eder. Babası ve annesi ölünce Abdülhamid hasekilerinden Piristu Kadın’a emanet edilir. Kendi çocuğu olmayan kadın, Abdülhamid’i öz çocuğu gibi yetiştirir. Abdülhamid, özel hocalardan ders alarak eğitim görür. Gerdankıran Ömer Efendi’den Türkçe, Ali Mahvi Efendi’den Farsça, Ferid ve Şerid Efendilerden Arapça ve diğer ilimleri, sarayın vakanüvisi Lütfi Efendi’den de Osmanlı tarihi derslerini alır. Ayrıca Edhem ve Kemal Paşalarla, Gardet isimli bir Fransızdan Fransızca, Guatelli ve Lombardi adlı iki İtalyan’dan da musiki dersleri aldı. Nisbeten içine kapanık, insanlara mesafeli olan şehzade Abdülhamid, amcası Sultan Abdülaziz ile yakın ilişki kurabilmiştir. Nitekim ilk yurtdışı seyahatini 1863’te Abdülaziz’in Nil kıyısında yaptığı ziyarette ona eşlik ederek Mısır’a yapar. Yine Abdülhamid 25 yaşında iken, 1867’de Sultan Abdülaziz ile birlikte bir buçuk aylık Avrupa seyahatine çıkar; Fransa, İngiltere, Belçika, Avusturya ve Prusya’da bulunur. Abdülhamid’in şehzadeliği döneminde toprak işletmeciliğinden maden işletmesine ve borsa işlerine kadar geniş bir iş yelpazesi ile bizzat uğraştığı ve hatırı sayılır bir servet edindiği de bilinmektedir.
Osmanlı tahtında birkaç ay kalan ağabeyi V. Murad’ın yerine, Meşrutiyet taraftarı olan Mithat Paşa’nın yardımıyla, 31 Ağustos 1876’da tahta çıkar. Sultan II. Abdülhamid; üç kıtada, Avrupa, Asya ve Afrika’da toprakları bulunan bir imparatorluk, Adriyatik Denizi’nden Basra Körfezi’ne ve Kafkasya’dan Tunus’a kadar yayılan geniş bir devlet üzerine hükümdar olur. Onun iktidar olduğu dönem, dünya tarihinin bir geçiş dönemine, imparatorluklar çağına rastlar. 19. yüzyılın son çeyreği emperyalizmin dünyanın hemen hemen her yerine yayıldığı, milliyetler sorununun ağırlaştığı, devletler arasında rekabetlerin arttığı, ekonomik ve toplumsal sorunların şiddetlendiği bir dönemdir. Abdülhamid’in tahta çıktığı dönemde Osmanlı Devleti çok ağır şartlardaki dış borç yükünün altında ezilirken milliyetler sorunu yüzünden de ciddi bir karmaşa ve siyasi kriz içindedir.
Kanun-i Esasi’nin 23 Aralık 1876’da törenle ilan edilmesiyle birlikte Osmanlı tarihinde bir ilk yaşanır; devlet meşruti bir hükümdar tarafından yönetilmeye başlanır. Sultan Abdülhamid’in tahta çıkışının hemen sonrasında, neredeyse imparatorluğun sonunu getirecek olan 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkar, 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlardaki büyük gerilemesi resmiyete geçer. Bosna Hersek ve Kıbrıs kaybedilir. Doğu krizinin 1875-1876’da başlayıp 1881’de sona erdiği söylenebilir. Balkanlardaki sınırların yeniden çizilmesi, devletin borç durumuyla ilgili yeni düzenlemeler devleti bu tarihten itibaren yeni bir siyasi sürece sokar. Doğu krizinin ardından büyük güçler sömürgelerini genişletmeye yönelirken, Osmanlı İmparatorluğu'nun iç siyasetindeki zorluklar yavaş yavaş çözümlenme yoluna girer. Bu ağır kriz dönemini ayakta kalarak atlatan Abdülhamid otoritesini yeniden kurar. Esasında 1881’den itibaren iktidarı bütünüyle eline alan Sultan Abdülhamid imparatorluğu parçalanmaktan korumuş, meşrutiyetçileri sindirmiş, Babıali’ye boyun eğdirmiş, ulemayı denetimi altına almış, orduya hâkim olmuştur.